Bir zamanlar uzak bir köyde, zekasıyla ünlü bir bilge yaşarmış. Herkes onun bilgi ve akıl oyunlarıyla dolu olan kutsal kütüphanesine hayranlıkla yaklaşır, onunla sohbet etmeyi tercih edermiş. Ancak bilgenin en sevdiği şey, köydeki gençlere zeka soruları sormak ve onların düşünme becerilerini geliştirmekmiş.
Bir gün, bilge köy meydanında topladığı gençler için ilginç bir hikaye anlatmaya karar vermiş:
“Bir gün, krallığın en güzel ormanında bir avcı, üç harika tavşan yakalamış. Bu tavşanlar birbirlerinden farklı renkteymiş: biri beyaz, biri gri ve diğeri kahverengi. Avcı, tavşanları satmak istemiş ama aynı zamanda onlara bir şans vermek de istemiş. Onları salıverip, evlerine geri dönebilmek için bir bulmaca sormaya karar vermiş.
Tavşanlar, avcının yanına gelerek ‘Eğer doğru cevabı bulursak bizi serbest bırakacaksın, değil mi?’ diye sormuş. Avcı gülümseyerek, ‘Evet, eğer bana doğru cevabı verebilirseniz, özgürsünüz. Ama çözmeniz gereken bir soru var: Üç tavşanın toplamda kaç ayakları var?’
Tavşanlar düşünmeye başlamış. Her biri iki ayağa sahip olduğuna göre, bu sorunun cevabını bulmak zor olmamalıymış. Ancak ormanın derinliklerinde çıkan bir kuş, tavşanların kafasını karıştırmış. ‘Ama avcı tavşanların yalnızca iki ayaklı olduğunu söylemedi, belki de bütün bu ayaklar ihtiyaç duyulabilecek kadar farklı olabilir!’ demiş.
Tavşanlar, bu yeni fikirle kafa karışıklığı yaşamışlar. Her birinin sayısını hesaba katmaya karar vermişler.
Şimdi size soruyorum: Acaba tavşanların toplamda kaç ayağı vardır?”
Gençler, bilgenin sorusunu duyar duymaz hemen düşünmeye başlamışlar. Her biri sorunun cevabını bulmak için birbiriyle tartışmış ve sonunda cevaplarını bilgeye sunmuşlar. Ancak bilge, bu sorunun onlara yalnızca saymayı öğretmediğini, aynı zamanda dikkatli düşünmenin ve gerektiğinde basit bir durumu karmaşık hale getirmenin önemini de anlattığını belirtmiş.
Hikaye burada biterken, bilge gözleriyle gençlere bakarak, “Unutmayın, karmaşık görünen her şey aslında basit bir gerçeği saklar. Şimdi cevabı söyleyin!” demiş.”